Hafta sonu izlediğim 12 Yıllık Esaret isimli filmi sadece bir film değildi. 1853 yılında ilk baskısı yapılmış Solomon Northup adında bir müzisyenin yazıya döktüğü ve kendi hikayesinin anlatıldığı kitaba dayalı bir filmdi. Hikayeye göre Solomon Northup, ABD’de yaşayan özgür bir zenci ve tanınmış bir keman virtüözüyken kaçırılarak köle yapılıyor. Yazarın 12 yıl süren bu kölelik sürecini kaleme aldığı kitap Amerikanın en bilinen kitaplarından birisi. Kitabın Türkçe baskısının ancak filmin ödülleri toplayacağı anlaşıldığı zaman yapılması ayrıca manidar.
Filmin baş karakteri Solomon Northup evli ve iki çocuklu “özgür” bir zencidir. Kendisi aynı zamnda bir keman virtüözü olarak beyazlar tarafından saygı gören, biridir. Bir gün iki köle taciri tarafından yüksek ücret alacağı bir iş için kandırılır içki içirilerek sarhoş edilir ve köle olarak satılır. Elbette burada içki bütün kötülüklerin anasıdır gibi bir sonuca da ulaşabiliriz ama filmin yapımcılarının hedef tahtasına koyup mesaj kaygısını yoğunlaştırdıkları mefhum içkiden ziyade kölelik. Öyle ki Solomon Northup’ın özgür bir insandan köle birisine dönüşmesinde temel belirleyici öğe siyah tenli olmasından başka birşey değil. Kitabın ve filmin orjinal isminden anlaşılacağı üzere 12 yıl boyunca köle yaşantısı devam ediyor.
Filmde Solomon Northup’un özgür bir insandan köle’ye dönüşmesi ve bunun karakterde yarattığı psikolojik buhran çok mükemmel şekilde işlenmiş. Northup’ın başlarda ki direnci ve isyanı daha çok kendi köleliğine karşı olurken zamanla kölelik mefhumunun kötülüğü ile yüzleşiyor. Kendisi gibi eğitimli ve statü sahibi birinin diğer kölelerle eşit statüde tutulmasına içerleyen halini ve efendisinin sen diğer köleler gibi değilsin farklısın dediğinde hissettiği mutluluğu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Gaddar sahibi Epp’sin eline düştüğünde ise diğer kölelerden bir farkının olmadığını ve kabullenişini Roll Jordan Roll şarkısını diğer kölelerle beraberce okumaya başladığında gözlerinde görüyoruz.
Filmde geçen 12 yıllık zamanın algısının yeterli ağırlıkta hissettirilmemesi ciddi bir eksiklik öyle ki tüm hikaye 12 sene gibi uzun bir zaman diliminde geçmesine rağmen sanki 12 gün yada hafta geçmiş gibi bir his veriyor. Bu filmde vurucu üç sahne var ki belleklerden silinmez diye düşünüyorum. Birincisi, Solomon Northup’un ağaçta asılı olduğu sahne ki çektiği acıyı çok iyi yansıtmış. İkinci sahne ki benim en beğendiğim sahnelerdi kölelerin gecenin bir yarısı zoraki dansettirildiği gerilim ve korkunun dans ile içiçe geçtiği sahnelerdi. Ve üçüncü sahne Elbette köle kız Patsy karakterinin kırbaçlama sahnesi ki sinema tarihine geçecek gerçeklikte çekilmiş bir sahneydi.
Patsy’nin Kırbaçlanması
https://www.youtube.com/watch?v=axh45ob0jBo
Solomon’un Ağaçta Asıldığı Sahne
Filmin orjinal adının (12 Years a Slavery) Türkçe çevirisi “12 yıllık kölelik” olmasına rağmen “12 yıllık esaret” olarak çevrilmiş. Esaret (captivity) ve kölelik (slavery) kavramları arasında bariz bir anlam farkı olduğu bir gerçekken neden “12 Yıllık Esaret” diye çevrilmiş bilemiyorum. Çeviri yapan yayın evinin böylesi bir anlam değişikliğinin farkına varamamış olması bence çok acemice olurdu. Muhtemelen kendince sebeblerle böyle uygun gördüler.
Amerikan sineması ve edebiyatı köleliği merkezine alan bir çok eser verdi. Bugüne kadar sinemada ki en iyi örnek bence Le Amistad isimli filmdi ki Steven Spielberg yönetmiş ve mükemmel bir film çıkarmıştı. Edebiyat eserleri içerisinde ise Alex Harley tarafından yazılan Kökler (Roots) ve Toni Morrison tarafından yazılan En Mavi Gözler (Bluest Eyes) bence en iyiler içerisindedir. Çoğunuzun hatırlayacağı gibi Kökler isimli eser daha sonra mini dizi haline getirilmiş ve dünyada en çok izlenen televizyon dizileri arasında yerini almıştı hatta Türkiye’de de gösterilmişti. Bu dizinin ana karakteri Kunta Kinte ve hikayesi tahmin ediyorum özellikle benim kuşağıma yabancı değil. Çünkü bizler kölelik konusu Kunta Kinte’ler Malcolm X’ler ve Köle Isaura’lardan öğrendik. 90’lı yılların başlarında annelerimiz, ablalarımız, komşu teyzelerimiz yıllarca televizyon başında Kunta Kintelere ve Köle İsaura’lara ağlayıp Amerikalıların ırkçılığına beddualar okudu.
Sanırım bizim geçmişimizde ki kölelik uygulaması ile yüzleşecek cesarette yazarlarımız, yönetmenlerimiz, yapımcılar veya senaristlerimiz olmadığı için elin Amerikalısına sövüp beddua etmek en kolayıymış
Aslında kölelik asırlarca neredeyse her toplumda uygulanmış ve hatta üç kutsal kitapda da belli kurallar altına alınmış bir emtia ticareti. Örneğin Avrupa’da şeker tüketimin artması Amerika’da ki köleliğin yaygınlaşmasında çok önemli bir faktördü. Şeker pancarı talebine çözüm arayan tüccarların tohumları yeni kıtada denemesi ve daha iyi mahsül alması sonucu çalıştıracak daha çok işgücü ihtiyacı doğuyor böylelikle ciddi bir rant ortaya çıkıyor. Şeker pancarları Avrupaya gidiyor dönüş yolunda Afrikaya uğranıyor ve köleler satın alınarak Amerikaya dönülüyor. Yaklaşık 300 yıl bu döngü faal bir şekilde devam ediyor
Osmanlı toplumunda ise köleleştirme genel olarak savaşlar ve ticaret olmak üzere iki ana başlık altında toplanmış. Örneğin sınır boylarında ki akıncıların ve Kırım Tatar süvarilerinin yağmaları ile korsanların baskınlarının amaçlarından biri cihat olduğu kadar diğeri de şüphesiz köle ticaretiydi. Öyle ki İstanbul’un ortayerinde Sultan Ahmette daha 150 yıl öncesine kadar köle pazarı kurulduğunu belki de çoğumuz hala bilmeyiz. Böyle bir pazar vardı çünkü köle ticareti Osmanlı Devleti’nde yerini almış hatta vergiye tabi bir ticaretti yani ticareti olan şeyin pazarı da olmak zorundaydı.
Lakin ne acıklıdır ki bizim köleliği kaldırmamız aydınlarımızın başını çektiği bir aydınlanma hareketi ile değil İngilizlerin baskısı ile olmuştur. 1847 yılına kadar yüzlerce yıl sürdürülen ve İngilizlerin baskısıyla aleyhte kanuni düzenlemeler yaparak kaldırılan köle ticareti pratiği o tarihe kadar apaçık ortadayken yeri geldiğinde hala bizde kölelik yokdu yada İslamda kölelik yoktur palavrasını bir papağan gibi tekrar eden yine bizler değil miyiz?… Merak ediyorum kınadığımız Amerikalı kadar ayıbımıza neden sahip çıkmıyoruz? İslami kesimin aydınlarının yahut tarikat ve cemaat hocalarının sorulduğu zaman kölelik üzerine söylediği laflar çok klişedir; “İslamda efendiler kölelerine iyi muamele ederlerdi, kölelerin hür bırakılması tavsiye edilirdi yada İslamda kölelerinde hakları vardır”…İyi ama bu budala sürüsü hoca bozuntuları bu laflarla aslında kölelik kurumunu mesrulastırdıklarının neden farkında bile olmazlar ?
Biriside çıkıp demez içkiyi zinayı yasaklayan bir dinde iş köleliğe gelince alimler içtihatını neden sadece tavsiye olarak kullanır? Tavsiye edileceğine yasak edilseydi ya!…