Gerek ailemiz gerekse arkadaşlarımız olsun etrafımızdaki insanlarla düşüncelerimizdeki ya da değerlendirmelerimizdeki uyumsuzluklar, ayrışmalar bizleri araştırmaya ve kendimizi sorgulamaya sürükler. Aslında bu iyi bir şeydir. Çünkü sürekli uyum, benzerlik ya da tek seslilik, bir vadinin tek bir çiçek türüyle kaplanması gibidir. Baktıkça huzur veren bu görüntü vakit geçtikçe ister istemez sıkıcılığa, zihinsel durgunluğa sebep olur.
Demir Lady filmini izlediniz mi bilmem. Margaret Thatcher, filmin bir yerinde akli melekelerini test eden doktoruna çok vurucu bir söz eder. Der ki;
Düşündüklerimiz cümlelerimize, cümlelerimiz aksiyonlarımıza, aksiyonlarımız alışkanlıklarımıza, alışkanlıklarımız karakterimize, karakterimiz ise kaderimize dönüşür.
Yazıyı biraz daha dallandırıp budaklandıralım.
Hababam sınıfının müziğini bilirsiniz. Müzik aynı müzik olmasına rağmen hızlı tempo ile icra edilince sevindirir ve neşe salar gönlümüze. Yavaş icra edilince ise belirli belirsiz, adı konmamış bir üzüntü çökertir yüreğimize. Mona Lisa tablosu gibi yani, bir yanı ağlar, bir yanı güler.
Yahya Koçoğlu’nun “Hatırlıyorum” adlı kitabında okuduğum bir hikaye var. işte bu hikayenin de böylesi bir etkisi vardır. Daha doğrusu nasıl okuduğunuza bağlı. Güldürebilir de, hüzünlendirebilir de.
Hafızamın yettiği kadarıyla aktarayım :
Zamanın behrinde üç arkadaş Anadolu’nun bir köyünde beraberce yolculuk yapıyorlar. Bunlardan biri Kürt, biri Türk diğeri de Ermeni bir papaz. Bunlar tabana kuvvet,ilerlerken bir süre sonra acıkıyorlar. Bir hurma bahçesinin yanından geçerken ”iki avuç hurma yiyelim de açlığımızı bastıralım” diyerek dalıyorlar bahçeye. Bahçenin sahibine bakınmalarına rağmen göremiyorlar ve açlığın da etkisiyle başlıyorlar hurmaları yemeye. Bir süre sonra bahçeci çıkageliyor ve bu üçünü hurmaları yerken yakalıyor. Fena halde sinirleniyor elbet ama üç kişiyle de başa çıkamayacağını biliyor. Önce şöyle geriden geriye bir süzüyor sonra veriyor Allah’ın selamını. Aldığı cevaplardan ve şivelerden kimin ne olduğunu hemen anlıyor.
İlk olarak papaza yöneliyor ve kükrüyor ” Şu gördüğün Kürt, yesin hurmalarımı benim kanımdandır helali hoş olsun. Bu da Türk’tür ama din kardeşimdir. Peki sen niye yiyorsun benim hurmalarımı?” Ermeni daha ağzını açmaya fırsat bulamadan en ağırından sopayı yiyor ve komaya giriyor. Kendilerini güvende hisseden Kürt ve Türk sessizce izliyor Ermeni’nin bayılana kadar yediği dayağı.
Bahçeci biraz sonra Türk’e dönüyor ve “Müslüman’sın da niye helal haram gözetmiyorsun ve öylece sahipsiz bahçeye dalıyorsun? Bu Kürttür, benim kanımdandır yediyse de afiyet olsun, Peki sen niye yiyorsun benim hurmalarımı?” diyerek bir güzel onu da dövüyor ve komaya sokuyor. Kendini güvende hisseden Kürt arkadaşının can hıraş yediği dayağı geriden geriye izliyor.
Bahçeci, Türk’le işini bitirince dönüyor ve sessiz sessiz hurmaları yiyen Kürd’e diyor ki “Tamam anladık Kürt’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama bahçeme de mi ortaksın be gafil ?” Kürt daha ne olduğunu anlamadan başlıyor sopayı yemeye. Yediği değneklerin acısıyla yere serilirken sessizce inleyen Türk’le göz göze geliyor ve diyor ki
” Babo, biz belki bu hurmaları yemeyecektik ama bu papazı da dövdürmeyecektik”…
Dedim ya ilginç bir hikaye, Hababam müziği gibi nasıl dinlediğinize ya da Mona Lisa tablosu gibi nasıl baktığınıza bağlı. Yine de buruk bir gülümseme herhalde bu hikayenin sonunu en iyi tamamlayan şey olsa gerek.
Hikayede ki bahçeciyi koyun bir kenara. Çünkü zaten öylelerinin Ali-Cengiz oyunları bitmez ve benzerlerini illaki duymuş ya da görmüşsünüzdür.
Asıl Türk ile Kürde dikkat kesilmek lazım. Dayak sırasının kendilerine de geleceğini hesap etmeden kayrılmış olmanın mutluluğuyla sessizce izlemişlerdi olan biteni. Tıpkı Ergenekon davasında susarak cemaatin ordu ve yargı içindeki operasyonlarına sessiz kalan ve kadrolaşmasına müsaade eden Ak Partililerin tutumu gibi.
Düşünsene, çalan müzik aynı hababam müziği fakat ergenekon’da hızlı çalmış güldürmüş, 17-25 Aralık’ta yavaş çalmış ağlatmış.
Bu yazıyı nasıl bağlayalım ? karma ya da ilahi adalet, düşüncelerimiz bir silsile içerisinde kaderimizi oluşturur dedik. O halde ister Ekrad olun ister Farisi, ister Etrak olun ister Ermeni, ya da ister cemaat olun ister bahçeci, şimdi yediğiniz hurmalar an gelir götünüzü tırmalar…
Son olarak şunu da eklemeden edemeyeceğim;
Hababam filmlerini kaç kere izlediniz ya da Mona Lisa’ya kaç sefer gözünüzü dikip baktınız bilmem ama ne olursa olsun o papazı dövdürmeyin…