Gözüme bir uçurum gibi görünen bu hikayeye baş aşağı bırakacağım kendimi. Dibi bulduğumda yazının sonu gelmiş olacak.
Lise çağlarındayım, kaçıncı sınıfım hatırlamıyorum. Okulun futbol takımının antreman arası geldiğinde kantinden aldığım çeyrek ekmek patso atıştırmalıkla arkada ki ağaçlı bahçeye geçip bir ağacın dibinde kendimi konaklatmışım.
Açlık ve yorgunluktan bitap halde karnımı doyurmaya hazırlanırken kulağıma gelen seslerden irkiliyorum. Biraz uzakta birbirleriyle hararetli bir şekilde tartışan çocuklardan biri aniden yanıma doğru gelmeye başladı. Yeteri kadar yaklaşınca eli ayağı birbirine karışmış korku dolu titrek bir sesle “Abi sen takım kaptanı mısın?” diye sordu. Hiç bozuntuya vermedim “Evet, takım kaptanıyım” diye cevap verdim. “Abi, şuna bir şey söylesene, hep sataşıyor”.
Biraz ötedeki bankın yanında bu çocuktan biraz irice diğer çocuk duruyor. 15-16 yaşında gözlerini dikmiş bize bakıyor. “Gel buraya” diye bağırdım sert bir tavırla, takım kaptanıyım ya. Korkarak yanıma gelen çocuk daha ben bir şey diyemeden başladı ağlamaya. Hemen bir pişmanlık çöktü üzerime, kötü oldum. Sırtını sıvazlıyorum “Ağlamak yok, tamam kızmadım sana.’’ Gözüm ilk gelen şikayetçi çocuğu arıyor ama ortada yok. Neden böyle birbirinizi yiyorsunuz nedir derdiniz der gibi bir şeyler sorunca ‘’Ölmüş anneme küfretti’’ dedi. Sonra ağlamaya başladı. Annesiyle babasının trafik kazası geçirdiğini babasının yaralı kurtulduğunu ama ikiz kardeşiyle annesini o kazada kaybettiğini, onları çok özlediğini söyledi ve ekledi;
“Sen aynaya her baktığında ölmüş kardeşini görmek ne demek bilir misin.”
İçim kıyıldı, küçükken çok dua ederdim annem ben büyümeden ölmesin diye. Çünkü okuduğum Kemalettin Tuğcu hikâyelerinden ötürü olsa gerek bir çingenelerden bir de üvey annelerden çok korkardım. Peki ama bu çocuğun başına gelen nasıl bir acı yarabbi? Her aynaya baktığında kendini unutturmayan sürekli kanayan bir yaraya sahip olmak nasıl bir ızdırap? Hayat bu kadar masum bebeleri üzüyor ya, onun ben geçmişini sikeyim…
Anlattıklarının tesiriyle onu teskin etmek için – Sabırlı ol kardeşim dedim Allah çok sevdiklerini yanına alırmış. Yüzüme dahi bakmadan adeta tıslayarak cevap verdi -Ne Allah’ı? Eğer Allah varsa, onu affetmem için ayaklarıma kapansın…
Bir anda duyduklarımın da etkisiyle kızgınlıkla bağırdım- Sus lan! günaha gireceksin, konuşma öyle Allah cezanı versin!
– Veremez” dedi kesin bir ses tonuyla
– Neden?” dedim
– Biz artık birbirimize inanmayı bıraktık…
Sözlerini bitirir bitirmez yürüdü gitti, arkasından bakakaldım. Çok üzülmüştüm haline. Hem içim burkulmuştu, hem de şaşkınlıkla dinlemiştim onu.
Ertesi hafta kantinin önünde sıra beklerken tekrar gördüm onu. Konuştuklarımız hatırıma geldi selam verdim. Fakat o boş gözlerle seni tanıyor muyum der gibi baktı yüzüme. Geçen hafta konuşmuştuk bana annenden, ikiz kardeşinden bahsetmiştin dedim. Sonra beni tanımamasının şaşkınlıklığıyla baban nasıl diye soruverdim. Kırılmış bir ses tonu ile -Babaannem aklını yitirdi annemle beraber Ankara da onun başındalar diye cevap verdi ve ağlamaya başladı.
İyi ama ya trafik kazası?
Ağlamasını kesmeden -Hangi trafik kazası? dedi.
Kalakaldım öylece.