Teneke Trampet ve bende bıraktığı etkiler üzerine bir yazı bu.
Koskoca dünyada tek başınalık ve Yalnızlık.
Sadece Allah’a mahsustur yalnızlık denir ki belki de öyledir. Nihayetinde sadece beşer yaşamı için değil, doğada bir çok canlı türünde sürü halinde yaşamak oldukça yaygın. Balıklar, kuşlar ve benzeri bir çok hayvan türü sürü halinde yaşar.
Peki neden ?
Muhtemelen sürü halinde yaşamak güven duygusu aşılar. Hatta güven duygusunun ötesinde barınma, beslenme ve üreme ihtiyaçlarını kolektif yaşam tarzları sayesinde daha kolay karşılarlar.
İnsanoğlu da yalnız yaşayamaz. Çünkü hayatını tek başına idame ettiremez. Birine, birilerine itimat ederek hayatın maddi ve manevi yükünü hafifletmek ister.
Aradığı kişi kimi zaman eş, kimi zaman kardeş, kimi zaman dost ya da arkadaştır.
Elbette önemli olan doğru kişiye güvenerek o yükü ağırlaştıracak değil hafifletecek olanı seçebilmektir.
Yazar Gunter Grass‘ın Teneke Trampet isimli romanında çok güzel bir cümle geçer;
”Bir insana tamamen güvendiğinizde iki sonuçtan birini elde edeceğiniz kesindir;
Ya yaşam boyu bir dost, Ya hayat boyu bir ders.”
En sevdiğim romanlardan biridir Teneke Trampet. Absürt bir konusu ve bir o kadar acayip bir kahramanı var. İkinci Dünya savaşı sırasında geçen roman, Oskar Matzerath adlı bir çocuğun hikayesi üzerine kurulu.
Annesi ve iki erkekle aynı evde yaşayan Oskar’a 3. yaş gününde teneke bir trampet hediye edilir. O andan itibaren büyümeyi reddeden Oskar’ın gözünden, büyüklerin dünyası cinsellik de dahil olmak üzere bazen bir çocuk bazen de bir yetişkin gözüyle aktarılmaya başlanır.
Şöyle der Oskar;
”O gün, büyüklerin dünyasını ve kendi geleceğimi düşünürken bir şeye karar verdim; artık büyümeyecektim ve üç yaşında, küçücük bir insan olarak kalacaktım?…
Oskar neden bu kararı alır sence ?
Çünkü etrafındaki yetişkinler ona sundukları sevgileri, tasalarla ve kaygılarla doldurmuşlardır. Bu yüzden ve yapabileceği tek şey omuzlarına ağır gelen bu tasa ve kaygılardan sürünün içerisinde çocuk kalarak korunabilmektir.
Hem II. Dünya savaşını hem de öncesi ve sonrasını konu alarak savaşın sebep olduğu ahlaki ve duygusal travmaları betimleyen kitabın bence en etkileyici iki sahnesi var.
Birincisi kitabın kahramanı Oskar’ın etrafında büyüklerin dünyasına dair olup bitenlere verdiği tepkisini ara ara ve aniden attığı kulak tırmalayıcı çığlıklarda kamufle etmesi.
İkincisi ise Tıpkı Oskar’ın etrafında olan biten olaylara yönelik tepkisini attığı çığlıklara saklaması gibi, yetişkinler de tepkilerini Soğan Mahzeni isimli bara giderek saklamaktadır. Kurguya göre Almanlar bu bara soğan soymaya gelirler ve böylece olan bitenden ötürü mutsuzluklarını soğan kabuklarını soyarken döktükleri gözyaşlarıyla kamufle ederler.
Kitaptan uyarlanan aynı isimli filmi ise en iyi yabancı film Oscar ödülünü ve Apocalypse Now ile birlikte kazanır. Bununla birlikte filmde Oskar’ın başından geçen erotik sahneler fazlasıyla açık bulunduğu için uzun süre bir çok ülkede yasaklanır ya da sansürlenir.
Tabi kitap ile filmin sonlarının farklı olduğunu da özellikle belirtmekte fayda var. Yani kitabı okumaya ne gerek var sadece filmi izlesem yeter dememek gerek. Farklı sonlara sahip olmasının sebebi kitabın içinde öyle sahneler, öyle betimlemeler var ki o duyguları aynıyla sinemaya aktarmak neredeyse imkansız. Bu yüzden film olabildiğince romana sadık kalmış olsa da, ancak yarısına kadar aktarılabilmiş ve finali birbirinden farklı iki eser ortaya çıkmış.
Biraz da yazar hakkında bilgi verelim
Alman ve Dünya edebiyatının en önemli isimlerinden birisidir Günter Grass.
1927’de Polonyalı ve Alman bir çiftin çocukları olarak Danzig-Langfuhr şehrinde doğar. Şehir nüfusunun neredeyse tamamı Almanca konuşuyordur ve 1939 yılında Hitler’in işgalinin ardından Almanya tarafından ilhak edilir.
Günter Grass, yazar olduğu kadar Alman siyaset yelpazesinin solunda kalan bir politikacıdır. 1960’ta Berlin’e yerleşen Grass, aynı dönemde Alman Sosyal Demokrat Partisi’ne (SDP) yakınlaşır ve 1969’da Willy Brandt’in seçim kampanyasına destek verir. Brandt o seçimlerde Batı Almanya’nın başbakanı seçilir.
Özel de Nazi Almanya’sı genelde ise milliyetçiliğe karşı almış olduğu tavrı ile bilinen bir yazar olan Günter Grass Almanları II. Dünya Savaşında olan biten insanlık suçlarıyla tam anlamıyla yüzleşmemekle suçlar.
Partinin mülteci politikaları nedeniyle 1992’de SDP’den ayrılan Grass, eserleriyle Nazi Almanyası’nı didik didik ederken; insan hakları mücadelesinde de sert tavrını sürdürür. Öyle ki savaş suçlarını tam olarak tanımadıkları için 90’lı yıllarda iki Almanya’nın birleşmesine dahi muhalif olmuştur.
1999’da “Tarihin unutulmuş yüzünü betimleyen eğlenceli kara masallarıyla” Nobel Edebiyat Ödülü alan Grass, kaderin bir cilvesi olsa gerek ki 2006 yılında kaleme aldığı Soğanı Soyarken isimli otobiyografi kitabında savaş döneminde Nazi Birliği’ne gönüllü katıldığını şu cümlelerle itiraf ettiğinde kıyamet kopar;
“Çünkü Hitler Gençliği’nin bir üyesi olarak aslında bir Genç Nazi’ydim. Sonuna kadar inançlıydım. Fanatik değildim, en ön safta yer almıyordum ama gözümü refleksle bayrağa dikerek, ki o bayrağın bizim için ‘ölümden de öte’ olduğu söyleniyordu, neferlerin arasında yer aldım, uygun adım yürüdüm… Hem o delikanlıyı hem de kendimi temize çıkartmak için, ‘Bizi kandırdılar!’ bile diyemem. Hayır, biz kandırılmamıza izin verdik, ben kandırılmama izin verdim.”
Bu olay özellikle başta basın ve edebiyat çevreleri olmak üzere tüm çevreleri şaşırtır. Onu eleştirenler Grass’ı iki yüzlü davranmakla suçlarken, sevenleri SS birliğine katıldığında yaşının çocuk sayılacak kadar ufak olmasını gerekçe göstererek savunusunu yaparlar.
Bununla birlikte birleşmeye dahi karşı çıkacak kadar savaş suçlarını önemseyen bir yazarın hayatının iki yılını Nazi subayı olarak geçirdiğini saklamış olması ona karşı yükselen tepkiyi daha da körükler.
Nihayetinde başkalarını Nazi dönemiyle yüzleşmemekle suçlarken kendi geçmişini gizli tutmuştur.
Hakkında yapılan tüm bu iddialara cevap vermek adına yazar, 2007 yılında New Yorker’da kaleme aldığı yazıda savaştaki rolünü son derece kısa ve önemsiz olarak nitelendirir. Kendi ifadesine göre ABD güçleri ile yapılan bazı çatışmalara tanık olmuş ama asla silahını kullanmamıştır. Savaşın sonunda ise Amerikalılar tarafından esir alınmış ve iki yıl esaret hayatı yaşamıştır.
Bütün bunlara rağmen Günter Grass’ın edebi anlamda Alman ve Dünya edebiyatına sunduğu katkı asla tartışma konusu olmamıştır.