Arif Küme Yazıları & Denemeleri

Cadılar, Uçurumdan Atlayan Aşıklar ve Kitle Histerisi

Yunancada ruh anlamına gelen “psyche” ile beden anlamına gelen “soma” kelimelerinin birleşmesinden oluşan kelime, psikosomatik… Psikolojik kökenli olup da fiziki anlamda zuhur eden hastalıklara verilen isimdir. Örneği çoktur, misal stresli durumlarda kurdeşen döken yada tırnağını yiyen bir sürü insan vardır etrafınızda. Hayalet ağrılar yaşayan bir sürü tiple de muhakkak karşılaşmışsınızdır. Bunlar bireysel psikomatik rahatsızlıklara örnektirler.

Psikosomatik belirtilerin grupsal bulaşma etkisi yarattığı durumlar ise kitle histerisi olarak bilinir. Diğer bir ifade ile kitle histerisi sağlıklı bir bireyin, çok yakın ilişki içinde bulunduğu psikomatik hastanın yada hastaların etkisinde kalarak fiziki yada psikolojik hiç farketmez aynı belirtilerle rahatsızlanmasıdır. Bu tür rahatsızlıklara eğitim düzeyi düşük ve baskılanmış toplumlarda sık karşılaşılır. Rahatsızlıkların dereceleri birbirinden farklılık gösterir. Kimi çok ağır seyreder kimi ise hiç farkedilmez bile. Hatta bazı toplumlarda yada durumlarda normal  kabul edilir hale bile gelmiştir.

Örneğin tarihte Salem Cadı Yargılamaları olarak da bilinen meşhur bir olay bu rahatsızlığın en mükemmel örneklerinden birisidir. Hikayeye göre Amerika’nın Salem kasabasından bir grup genç kız toplu olarak bayılma nöbetleri geçirmeye ve anlamsız çığlıklar atmaya başlarlar. Kendilerine kimin böyle işkence ettiği sorulduğunda kızlar kasabada yaşayan üç kadının ismini vererek farkında olmadan müthiş bir cadı avını başlatmış olurlar.

Bir kitle histerisi sonucu başlatılan cadı avı ile 140 kişi cadı ve şeytan olmakla suçlanır. Öyle ki cadı olmakla suçlananlar arasında 5 yaşında bir çocuk bile bulunmaktadır. Kurulan cadı mahkemeleri sonucu 20 kişinin öldürülmesine karar verilir.

Elbette basit bir kitle histerisi vakasının bu denli ağır sonuçlar verdiği ilk olay Salem Kasabası’nda yaşanmamıştı. Kitle histerisinin en çok vuku bulduğu durum Avrupa’daki cadı avlarıydı ki Ortaçağ Avrupası’nda çok sık karşılaşılıyordu. Hatta öyle ki 1486 yılında Almanya’da yayınlanan Malleus Malleficarum (Cadıların Çekici) isimli kitap belki de 300 seneden fazla cadı avlarına rehberlik etti ve korkunç bir engizisyon kültürüne neden oldu.

Şüphesiz bizim toplumumuzda da kitle histerisi ile alakalı vakalar görülmüştür. Dedikodu en bilinen kitle histerisidir. Dedikodu yolu ile neredeyse transa geçerek herhangi zavallı bir kız hakkında laf çıkaran bir köy ahalisini düşünün. Çoğu kez filmlere, dizilere ve romanlara konu olmuştur bu hikaye. Çok ilginçtir ama hakkında laf çıkarılan kız utancından kendisini uçurumdan aşağı attığı zaman neredeyse bir azize muamelesi de görür. Güya uğrunda öldüğü aşkı(!) dilden dile dolanır ve kimbilir belki de yüzyıllar sonra hikayenin aslı yani kızın kendini niye öldürdüğü unutulur da olay bir aşk efsanesi olarak belleklere kazınıverir.

Yada daha masum örneklerde vardır örneğin türbe ziyaretleri gibi. Telli Baba, Somuncu Baba gibi türbelere giderek toplu bir trans yoluyla türbe etrafında yedi kere dönen kadınlar illaki görmüşsünüzdür. Yumuşak da olsa bu da bir kitle histerisi örneğidir.

Hatta benzeri bir hikayeyi buyrun burada anlatayım;

Çok eskiden Anadolu’nun bir köyünde dertlilere deva hastalara şifa bir türbe, bahçesinde bir ağaç ve buranın türbedarlığını yapan bir şeyh ve içi derviş talebe dolu tekkesi varmış. Burası o kadar meşhur o kadar meşhurmuş ki yakınlarından geçenler illaki türbede dualarını eder, ağaca mendille para asar ve şeyhin ellerini öperek yollarına devam ederlermiş.

Derken ülke bolluk zamanından kıtlık zamanına geçmiş ve türbenin ziyaretçileri seyrekleşmiş. Böyle olunca da şeyh çare olarak gözüne kestirdiği öğrenci dervişlerini sebepler uydurarak yavaş yavaş kovmaya başlamış.

Kovduğu dervişlerden biri yanında yaşlı ve zayıf bir eşekle hem ağlayarak hem etrafına bakınarak yola düşmüş. Bir süre sonra yaşlı eşek yol yorgunluğuna dayanamayıp ölmüş. Derviş tek yol arkadaşı ve çaresizliğini paylaştığı eşeği için bir yandan ağlarken bir yandan da bir ağaç dibine mezar kazmış. Etraftan feryatlarını duyan kervancılar yanına gelmisler ve sormuşlar;

Nedir seni bu kadar ağlatan bre derviş, kimin ölüsüne ağlarsın böyle ?

Derviş yaşlı bir eşek yüzünden ağlıyorum demeye utandığı için şeyhi Mansuryan efendinin öldüğünü ve onu gömdüğü yalanını uyduruvermiş. Kervancılar derviş’in sadık ve vefalı duruşuna hayran olup merhamet etmişler ve sadaka niyetine bir miktar para vermişler. Bununla da yetinmeyip kervanlarının uğradığı her durakta bu dervişi ve şeyhine olan sevgisini anlatmışlar.

Anlatılanlar kulaktan kulağa diyar diyar dolaşmış, öyle ki her duyan adı geçen yere uğrayıp eşeğin mezarını gölgeleyen ağaca mendil ve para asarak yoluna devam ediyormuş. Ağaca asılan mendil içindeki paralarla ihtiyar bir süre sonra eşeğin mezarını türbeye çevirmiş ve kendisi de türbedar olmuş.

Gel zaman git zaman türbenin şöhreti kendisini kovan eski şeyhinin kulağına gitmiş ve şeyh Mansuryan’ın türbesini ziyaret etmeye karar vermiş. Derviş eski şeyhini görünce hemen sarılmış ve ikramlarda bulunmuş. Bir süre sonra şeyhin sorularıyla tedirgin olan derviş sonunda dayanamamış ve türbenin Şeyh Mansuryan’ın değil yaşlı eşeğin mezarı olduğunu itiraf etmiş. Bunun üzerine eski şeyhi, ihtiyarın kulağına uzanmış ve demiş ki;

Üzülme, bizim ordaki de ,şeyh Mansuryan’ın babası olur.

Aslında temelde şeyh Mansuryan’ın hikayesi, Salem cadıları, dedikodu kültürü ve hatta dünya savaşları arasında pek fark yoktur çünkü her biri kitle histerisinden doğar yada beslenir. Yukarıda da söylediğim üzere kitle histerilerine  eğitim düzeyi düşük ve baskılanmış toplumlarda daha sık karşılaşılır.

Eğitim düzeyini yükseltmek ise toplumların eğitimden ne anladığı ile birebir ilintilidir. Günümüzde eğitim, çocuklarımızın ilerde zengin olabilmelerini sağlayacak donanımda olmalarını sağlamak için pratiğe dökülen uzun dönemli bir yatırım haline geldi. Yada en azından veliler çocuğum doktor olsun, avukat olsun derken topluma faydalı birer birey olsun niyetinden çok ilerde bu meslek üzerinden çok para kazansın güdüsü ile hareket eder hale geldi.

Elbette bu kafa karışıklığı sadece velilere özel bir durum değil. Eğitim aslında her bilim dalı için farklı sonuçlar üretmesi beklenen bir aygıt. Örneğin sosyoloji ve antropoloji ilimleri için eğitim, kasıtlı kültürleme süreciyken Pragmatist yani faydacı açıdan bakıldığında bireyi topluma ve devlet aygıtına faydalı hale getirme sürecidir. Dini açıdan ise bireyi ilahi düzene uyumlu üye haline getirme sürecidir.

Her ne olursa olsun eğitimli insan illaki kitle histerilerinden oluşan cehalet döngüsünü bozsun diye yetiştirilmez. Çünkü toplumlarda o cesareti gösterecek ve yol gösterecek az sayıda insan yetişir. Eğitimli insan, kitle histerine karşı kendisini uyaranları dinleyebilme, anlayabilme sağduyusunu kazanan insandır.

Çünkü eğitilen insan, kitaplarla boğuştukça sorgulamayı ve metodolojik düşünmeyi öğrenir. Hatta doğru soruyu doğru zamanda doğru yerde sormayı öğrenir. Kendisine sunulan doğruları sorgular yukarıda ki örneklere atfen söylüyorum mezarın altında yatanı sorar, yada duyduğu dedikodunun sorgulamasını yapar yada yapanlara kulak kesilir, dinler yani farklılıklara tahammül değil rağbet eder.

Böyle olunca da zannederim hiç bir toplum, imrenecek aşk hikayelerini uçurum diplerinde aramaz.