Vanya Dayı.
Rus edebiyatçısı Çehov‘un en güzel eserlerinden birisi.
Kitabın İngilizce baskısında, daha hikayenin çok başında, kahramanımız Vanya Dayı, güzel bir ifade kullanır;
”Delik bir kovayı susuz bir kuyuya indirmek.”
Beyhude bir girişimi bulunabilecek en güzel örnekle betimlemiş.
Yani amaç su bulmaksa kullanılan araçların teoride mükemmel ama pratikte yetersiz ya da fodul kaldığı anları betimleyen bir ifade.
Bunun bir benzerini de hayalleri yeteneklerinin çok üzerinde olan insanlar da görüyoruz. Aslında anlaşılabilir bir durum. Nihayetinde her insanın hayal kurma hakkı var.
Lakin kişinin yeteneksizliğini bir tarafa koyun hayalin kendisi de beyhude ise eyvah ki ne eyvah…
Ama bundan daha beteri de var.
Hayal kurmanın, rüya görmenin biyolojik olarak mümkün olmadığı bir dünya düşünün. Sadece etki-tepki üzerinden yaşanan bir yaşam. Hayatımızın hayal kurmadan beklentiler içine girmeden olduğu gibi yaşanması hali yani.
Peki böylesi bir dünyada aşık olmak mümkün müdür? Galiba değil, çünkü aşk bir yerde hayallere, hülyalara dalmak demek değil midir?
Zaten aslında hayaller, kamufle de olsa kırıklıkları ile birlikte dolanır insanların zihinlerinde. Herkes bilir ki kurulan hayal gerçeğe dönüşmedi mi kırıklığıyla baş etmek de zordur.
Dönelim Çehov’un Vanya Dayı’sına
Vanya Dayı bir hayal kırıklığı hikayesidir.
Çehov bu hikayeyi, sorumluk sahibi, iyi niyetli ve dürüstçe yaşam savaşı verip hayattan beklediğini alamayanlarla, üretmeden hazıra konarak yaşayıp, hayatlarını şatafat ve lüks içinde sürdürenlerin çatışması üzerine kurgulamıştır.
Karakterlerin birbirlerine karşı duydukları aşk, nefret ve sadakat duygularının yanında geçmişleri ile olan hesaplaşmaları, her biri farklı perspektife sahip bu insancıkların gözünden çok sahici bir şekilde okuyucuya aktarılır.
Aslında yazarın aradan çekilerek okuyucularla karakterleri yalnız bırakması ve olayları yorumlamadan yalnızca göstermekle yetinmesi eserin en önemli özelliği olsa gerek.
Yazar, düşüncelerini okurlarına empoze etmeye kalkmadığı için yani bir mesaj kaygısı ile kurgulamadığı için eser özgün bir tavra sahip olmuş ki uluslararası bir yapıt haline gelmesi de mümkün olagelmiş.
Peki konusu nedir hikayenin ?
Öykü, emekliye ayrılmış bir profesör ve güzel karısının taşradaki çiftlik evine geri dönüşleri ile başlar.
Aslında çiftlik evi profesörün ölen eski eşine aittir. Yıllardır ilk eşinden olma kızı Sonya ve kayın biraderi Vanya çiftliği işleterek profesöre para göndermişlerdir. Tüm ihtiyaçlarını eksiksiz görmüşler, kısacası tüm ömürlerini hiç şikayet etmeden profesöre vakfetmişlerdir.
Bununla birlikte Vanya, çiftliğe taşındıklarından beridir profesörün bir iş yapmayan, faydasız, sülük biri olduğunu fark etmiştir. Dolayısıyla yıllardır bir aydını desteklediğini düşünerek sarf ettiği emeklerin boşuna olduğunu ve kendi yaşamının bir hiç uğruna boşa gittiğini düşünmeye başlamıştır. Gün geçtikçe bu gerçekle daha fazla yüzleşince de giderek daha fazla aksileşmiş ve depresyona girmiştir.
Fakat hikayenin asıl çatışması Profesör Serebryakov’un çiftlik evini satmaya karar verdiğini söylemesiyle ortaya çıkar.
Zamanında miras hakkından kardeşi lehine vazgeçen, çalışarak evin kalan borcunu ödeyen, yıllarca yeğeni Sonya ile çiftliği işletebilmek için yoğun bir uğraşı verip profesöre para göndererek onun geçimini sağlama alan, hatta bu uğurda yalnız kalmayı, mutsuz olmayı göze alan Vanya Dayı, satma kararı sonucu Serebryakov’u öldürmeye teşebbüs edecek kadar kendini kaybeder.
Hikayenin sonunda, Yelena ve profesör çiftlik evinden tekrar şehre taşınırken, Vanya dayı ve yeğeni Sonya profesöre destek olarak ıskaladıkları hayatlarının ve karşılık bulamadıkları aşklarının tesellisini birbirlerine sarılıp ahiret inancına olan ümitlerinde bulurlar.
Şöyle der Sonya dayısı Vanya’ya;
“Ne yapalım Vanya Dayı. Yaşamak gerek. İstemesek de yaşayacağız Vanya Dayı. Önümüzde çok uzun günler, boğucu akşamlar var. Alın yazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanmaya çalışacağız. Başkaları için ekip biçeceğiz. Bugün de yaşlılığımızda da dinlenmek bilmeden çalışacağız. Ecel saati gelip çatınca uysalca veda edeceğiz ve orada şöyle diyeceğiz: Dünyada acı çektik, çok gözyaşı döktük, büyük üzüntüler yaşadık. Tanrı acıyacak bize ve ikimiz sevgili dayıcığım, yaşamaya başlayacağız, parlak, güzel, sevimli bir hayatımız olacak. Buradaki mutsuzluklarımızı sevecenlikle, hoşgörüyle hatırlayacak ve geçmişe gülümseyerek bakacağız…”