Öyle bir hikaye düşünün ki sahipsizliğin ve yoksulluğun kucağına doğurduğu iki çocuğunu ardına bırakarak ölen bir anne… Ve baba, baba olmaktan vazgeçiyor, terkediyor çocuklarını… Bir dede var, torunlarını Almanya’ya teyzelerinin yanına gönderecek ki rahat rahat ölebilsin…
Mommo-Kızkardeşim filmini izlerken hüzünlenmemek mümkün değil. Kendinizi özdeşleştirdiğiniz karaktere göre kiminiz Ayşe olur kiminiz Ahmet, kiminiz dede ve hatta kiminiz hayırsız baba… Ama olur da ümüğünüzde bir yerlere taş gibi bir şey oturur, nefessiz kalırsanız eğer, nedeni tüm bu karakterlerin dantel gibi işlenen çaresizliğidir.
Aslında senaryosunda hepimizin yaşadığımız, duyduğumuz ya da tanık olduğumuz ufak da olsa bir hikayecik bulabileceği, yaygın tabiriyle acıklı bir film bu. Acıklı ama alışılmışın dışında çünkü Mahsun Kırmızıgül filmlerinin mesaj kaygısı veya Emrah filmlerinin arabesk ağzı yok bu filmde. Çocuklar çocuk gibi, dedeler dede, üvey anneler üvey anne… Ayşecik, Sezercik filmlerinin eğretiliği, mübalağası yok, belki de bu yüzden de çok hisli ve çok gerçek. O kadar ki dedenin evinde tik takları bolca duyulan duvar saatinin sesi dahi sessizliğin ne denli ürkütücü olabildiğini hatırlatıyor inceden inceye. Saçlarının kesilmesi esnasında Ayşe’nin ayaklarının aldığı hal, anasının küpeleri, hatmi çiçeğinin öksüzlüğü, sinekli patatesler ve dedenin felçli sol yanına kadar her detay adı konmadan göze sokulmadan ama ayrıntılı bir şekilde işlenmiş.
Öyle bir an geliyor ki filmde o küçük kız çocuğu ‘dede gitmesem olmaz mı?’ diyor.. işte o anda bitiyor bu hikaye dedenin bembeyaz bir yalanıyla… Dede’nin, Ahmet’in Ayşe’nin hatta baba’nın ağladığında akan gözyaşları sizin yanaklarınızı da yakıyorsa eğer demek ki öksüz ya da değil hiç farketmez sizin bahçenizde de açmış hatmi çiçekleri Gülfatma adında…
Son olarak Erik Satie’nin Gnosienne No.1 isimli parçasının Erkan Oğur yorumunu duyabileceğiniz hakikaten hüzünlü ve bir o kadar etkileyici bir film.İzleyin…
Film’den bir kesit
Filmin Youtube Full versiyonu