Edebiyat

Alacalı bir Distopya – Cesur Yeni Dünya

cesur_yeni_dünyaCesur Yeni Dünya, Aldous Huxley’in 1930’lu yıllarda yazdığı bir roman. Bilmem kaçınız bu eseri okuma şansını elde ettiniz ama inanın okumaya değer. Bu ilginç roman adını Shakespear’in The Temptest isimli eserindeki bir cümleden almış. Daha önce de 1984 isimli roman üzerinden değindiğim distopya olgusunun edebiyatda ki belki de ilk örneklerinden birisi. Günümüzden bakıldığında kitabın farkını ortaya koyan faktör ise 1930’ların dünyasına göre olağanüstü bir öngörüyle yazılmış olması.

Roman 26.yy İngilteresi’nde geçiyor ve kurguya göre artık doğal yollardan çocuk sahibi olmak mümkün değil. Bunun yerine insanoğlunun neslinin devamı için büyük çiftlikler kurmuş. Bu çiftliklerde bir sonraki neslin üretimi belli kriterlere göre sınıflandırılmış. Kimi embriyolar özel ilgi görürken kimisi ise kimyasal maddelere ve yüksek ısıya maruz bırakılarak tam gelişimleri engelleniyor. Özel ilgi gören embriyolar gücü ellerinde bulunduran yönetici sınıfına özel yetiştirilirken diğer embriyolar toplumun alt tabakalarını oluşturan köle işçi sınıfına özel yetiştiriliyor. Kast sistemini andıran bu sınıflandırma sisteminde Alpha, Beta, Gamma ve Epsilonlar gibi sınıflar mevcut. Bu sınıflara mensup bireyler yetişkin çağlara eriştiğinde öjenik ve hipnopedi (uykuda öğretim) gibi yöntemlerin yardımıyla öğrenilmiş çaresizliğin pençesine itiliyor ve bu toplumsal düzenin devamlılığı sağlanıyor.

Elbette her sistemde oldugu gibi kontrol altında tutulan istisnai bir durumda var. Vahşiler diye adlandırılan, normal yoldan çocuk sahibi olup edebiyat ve sanattan zevk alan insanlari barindiran bir anti-sistem.

Kitlesel bir hipnozun geçerli olduğu bu dünyada, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiş durumda. Hatta tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya sözkonusu. Fakat, tüm bu kazanımlar aile, sanat, edebiyat, din ve felsefe birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmış.

Günümüz dünyasına hatta Türkiye’sine baktığımızda benzerlikleri yakalamak işten bile değil. Teknolojiye ve türevlerine olan bağımlılık, kazançlarımızla paralel belirlenmiş statülerimiz, eğlence tarzlarımız ve yiyip içtiklerimize kadar aslında fiili bir kast sisteminin içerisinde yaşamıyor muyuz?

Kitapta “şartlandırma” diye sunulan ama belirli gerekçeleri peşinen kabul ettirip insanları öğrenilmiş çaresizliğe iten olgunun, kendi elimizle dizayn ettiğimiz eğitim ve hukuk  sistemi olduğunu söyleyemez miyiz? İllaki yazarın romanın da belirttiği gibi soma isimli uyuşturuculara mı ihtiyaç var ? Ha keza internet bağımlılığı ve televizyon bağımlılığı bir anlamda bu uyuşturucunun da yerini almamış mı?

Günümüz dünyasından belki de tek farkı sınıflar arası geçişin imkansız olması. Yani romana göre hangi toplumsal sınıf için doğduysanız o sınıf içerisinde ölüyorsunuz ancak insanlar öyle koşullandırılıyorlar ki bu sınıfta olmalarından dolayı en ufak bir şikayetleri olmuyor. Hatta öyle ki esareti dibine kadar yaşamalarına rağmen mutsuz olma hakları ellerinden alınmış bir toplumdur bu toplum.

1984 Romanı ile Karşılaştırınca…

George Orwell, 1984’te totaliter ve baskıcı bir yönetimin hakim olduğu sefalet ve lüksün berabarce varolabildiği, insanların ölüm, işkence, açlık ile korkutulup baskılandığı bir dünyadan bahseder. Cesur Yeni Dünya romanında ise herkesin kabullendiği sınıflar vardır ama sefalet yoktur, açlık yoktur, hastalık yoktur fakat yine de bir sıkıntı varsa soma adı verilen uyuşturucular çözüm için oradadır. Cesur Yeni Dünya’da yaratılan dünya öylesine gerçektir ki, alfa yada epsilon hiç farketmez kimsenin otoriteye karşı koymayı düşünmesi mümkün değildir çünkü herhangi birinin otoriteyi fark etmesi bile mümkün değildir. Kısacası iki kitapta da insanlar koyun sürüsü haline getirilmişlerdir; birincisinde baskılanarak, ikincisinde ise konfor alanları sunularak. Yani, 1984 romanında  korkular ve baskılar insanoğlunu esir almışken  Cesur Yeni Dünya romanında ise konforlar esir almışlardır…