Nihilizm diye sordum kendime, sonra cevap verdim : Götü olan osurur.
Yani beynin varsa düşüneceksin.
Bir ikindi vaktiydi,
Yağmurlu bir gökyüzünü penceremin ardından izliyordum. Güneş karanlık bulutların ardına saklanmıştı.
Omuzlarımdan burnumun direğine doğru uzanan bir duygu yükü vardı ve olduğu gibi sözcükleşerek bu yazının içine dökülüyordu.
Ben bu ruh haliyle başladım bu yazıya, sen de öyle oku bu satırları.
Öğrenilmiş çaresizlik tanımını duymuşsundur. Hani bir hikayesi de vardır, fili yavruyken ayağından bir yere bağlarlar. Kurtulmak için çabalar ama gücü yetmez ve sonunda vazgeçer. Zaman geçer, yavru fil büyür ve istese bir fiskeyle ipten kurtulabilecek duruma gelir. Fakat esareti kabullenmiştir artık. İçinde bulunduğu durumu normalleştirmiş, bağlı olduğu ipi hayatının bir parçası haline getirmiştir.
Halbuki bir kez koparabilseydi ipini özgür kalacaktı.
Peki, öğrenilmiş çaresizlik kadar öğrenilmiş mutluluk da var mıdır ?
Mutlu olmamızı gerektiren durumlarda öğretilmiş midir bizlere?
Kafka’nın Dönüşüm isimli öyküsünü okuyanlar bilir.
Bu kısa öykünün Gregor Samsa isimli kahramanı, ailesini desteklemek ve kız kardeşini okutmak gibi işlevlerini yerine getirdiği müddetçe makbul bir bireydir. Anne ve babasının kıymetlisi, kız kardeşinin kahramanı olarak el üstünde tutulur.
Gün gelir ve bir sabah dev bir hamam böceği olarak uyanır.
İlk zamanlar ailesinin şefkat ve merhametini kaybetmese de zamanla kendisinin kim olduğunu tanımlayan asli işlevlerini (fedakar evlat, koruyucu ağabey) yerine getiremez hale geldiğinden değeri de bir süre sonra bir böceğe indirgenir ve sefalet içinde ölümü bekler.
Şimdi Kafka’nın böceğini bir kenara bırak ve bir tırtıl düşün.
Tırtıl, eğer kelebeğe dönüşemezse, zihinlerimizde iğrenti ile hemhal olmuş bir algı ile yaşayacak. Öte yandan tırtılken tiksinti ile baktığımız bu mahluku kelebeğe dönüştüğünde şiirlere şarkılara konu etmekten imtina etmeyiz.
Peki ya bir gün dünyanın tüm tırtılları isyan eder de kelebeğe dönüşmeyi reddederlerse? Tıpkı Gregor Samsa’nın üzerine yüklenen sorumluluklara isyan ederek böceğe dönüşmesi gibi yani.
Aslına bakarsan Kopernik’ten beridir her şey böceğe dönüşmeye başladı bile.
Yunan gök bilimci Batlamyus, binlerce yıl hakim kalan teorisiyle dünyayı, güneşe ve diğer gezegenlere merkez kılarak, bizlere hakkımız olmayan bir onur ve gurur bahşetmişti.
Kopernik ise Batlamyus’un teorisini çürüterek bizleri gerçekle yüzleştirdi ve aslında zannettiğimiz kadar da özel olmadığımızı yüzümüze çarptı.
Kim bilir belki de nihilizm’in kapılarını ta o zamanlardan araladı.
Nasıl mı?
Evren, içinde barındırdığı yıldız sistemleri ve kara delikleri ile korkutucu derecede büyük. Ve bizler on binlerce yıldır yap-boz tecrübesiyle defalarca formatladığımız toplumsal yaşam düzeni içerisinde tanımlanmış mutluluklarla yalancı bir iç huzuru uğruna bu gerçeği yadsıyoruz.
Öyle ki, aslında sadece anne babamızdan doğduğumuz için o ailenin bir ferdi oluyoruz. Ferdi olduğumuz ailemiz, parçası olduğu toplumsal düzene aykırı kalmayalım diye ona uyumlu bir din, kültür ve ahlakla yetiştiriyor bizleri. Ve ancak görevlerimizi sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz müddetçe o aile ve toplum içerisinde mutlu ve huzurlu kalıyoruz.
Fakat bunların hiçbirisi senin seçimin, senin tercihin olarak gerçekleşmiyor. Bu kurallar ve normlar düzeninin içine doğuyorsun
Bir gün ucundan da olsa bütün bunların saçmalığının farkına varınca tıpkı Kafka’nın Gregor Samsa’sı gibi böceğe dönüşerek Nihilizm kapısı aralanıyor.
Kafanızı karıştırmayayım. Biliyorum, dindar ve ahlakçı bakış, Nihilizm için intihara sürükleyen bir bataklık tanımı yapar.
Aslında doğum ve ölümün tek gerçek olduğu, yıldızların bile vakti geldiğinde ışıklarını söndürerek kaybolduğu bu evrende yaşamak tanımlanan tek asli görevimiz.
Dolayısıyla nihilizm yaşamın anlamsızlığını değil bilakis yaşamın tek amaç olduğunu söyler. Diğer bir ifadeyle aslında anlamsız olan hayatın kendisi değil de dayatılan kurallar ve tabularla çevrelenerek anlam kazandırıldığı iddia edilen matrixvari hayattır.
Bilimin son yüzyılda aldığı ivmeyle kazandırdıklarını göz önüne aldığımızda, dayatılan kurallar ve tabularla çevrelediğimiz bu matrixvari hayatın nasıl hükmünü kaybedeceğini de söyleyeyim;
Gelecekte bir gün evrimleşerek ortaya gelecek en mükemmel insan (Nietzche‘nin Böyle Buyurdu Zerdüşt eserindeki üst insan) ölümü de yenecek.
Ölüm insanoğluna mağlup olunca, tabular ve değer yargıları ile öğretilen çaresizlikler ve mutluluklar, anlamını yitirecek. Böylece insanların kendi kurdukları tabusal yapılara da ihtiyaç kalmayacak.
Aslına bakarsan, belki de tüm gerçek, putları yıkıp yerlerine yenilerini dikmemekte saklı.
Geri kalan her şey hayal, avuntu.
Vesselam…