Kara Fatma Manastırda - Mekki Sait Bey ve Kara Fatma
Nostalji

Kara Fatma Rus Manastırında – Yedigün Mecmuası, Sayı 22 – 1933

Arkadaşımız Mekki Sait bey bu yazısında Kara Fatma ‘yı barındığı Rus manastırında nasıl bulduğunu anlatıyor ve Türkiyenin en has en temiz en pişkin ve en lezzetli ekmeğini pişiren Tophane fırıncılarına hitap ediyor.

kara fatma rus komşuları ile birlikteGalatadaki Rus Manastırı tıklım tıklım insan dolu. Her katı koskoca bir mahalle her odasında bir aile barınıyor her odanın kendine göre eşyası var süsü var neşesi var. Cıvıl cıvıl çocuk sesleri, makina sesleri, yıkanan bulaşıkların, silinen tahtaların, yuğulan camların sesleri birbirine karışıyor. Fukaraların yuvası da olsa her odanın bir ışığı bir rengi bir havası bir işi var. Burada her dilden şarkılar söyleniyor.

Yalnız bir tek oda ve yalnız bir tek insan ikinci katta 9 numaralı oda ile içindeki kara fatma koca rus manastırının kalabalığı içinde dilsiz ve karanlık! Kapı karşı komşularına bakın işte sabık rus erkanıharb zabitinin kızları.. Volga boyundan gelen babaları eskiden plan çizermiş, şimdi elbise biçiyor ve mini mini kızı:

-Babam terzi Mihail efendidir, ben de kızı Valantin – diye çok güzel bir türkçe ile bize kendisini takdim ediyor.

-Sen mektebe gidiyor musun?

-Fransız mektebine gidiyorum.

-Niçin Türk mektebine gitmedin?

-Orada da Türkçe okuyoruz.

-Babanın işleri yolunda mı?

-Eh fena değil… Zabitliğinde nasıldı bilmem ama terziliği iyi.

-Sen nerelisin?

-Ben İstanbulluyum, burada doğduğum için babamın memleketini bilmem tabi.. Benim memleketim burası.. Ben Türküm..

Volga boyuna kim döner daha? Baksanıza sığındıkları Türkiye’de oda kirası bile vermiyorlar! Kara Fatma’nın açlıkla kıvrandığı odanın karşısında ferih fahur geçiniyorlar. Kara Fatma’nın torunları dileniyor, bunlar Fransız mektebindekara fatma tek göz odasında okuyorlar.

Volga boyu bu misafirperver, bu nazik, bu şefkatli, bu kibar ve asil toprağa tercih edilir mi?…

Kara Fatma’nın işte başka bir komşusu: gurbet ve mihnetini kendine neşe edinmeye çalışan matmazel Tamara! Kutu fabrikasından aldığı gündeliklerle kutu gibi ikametgahını bir gelin odası kadar süslemiş!

İşte bu şen şakrak ve tok komşular arasından artıklarını kendisine gönderen insanlar içinde bazen sağa sola çatıyormuş. Ye’sinden.. ve ekseriya hüngür hüngür ağlıyorsa: Utancından!

Odasında iki çuval serili ama o tahta üzerinde yatıyor. Bu çuvallar torunlarının yatağıdır. Köşede boş bir tencere soğuk bir saç mangalın yanında aylarca evvel yere nasıl bırakıldı ise öyle duruyor.

Kara Fatma’nın odasına girdiğimiz dakikadan beri yanımızdan ayrılmayan küçük Valantin adeta kulağımıza fısıldar gibi:

-Vaziyeti çok fena! dedi acaba niçin bir iş bulmuyor da sağa sola çatıyor!

Kara Fatma öfkelendi:

-Sen çekilsene bakalım odana!..Bizi biraz yalnız bırak. Belki aramızda konuşacak şeylerimiz var..

Sonra bize döndü:

-Canım, dedi.. Biz kendi aramızda dertleşeceğiz.. Bunun burada işi ne?..Ben babasına cephede kurşun atmışım, kızı burada bana lakırdı atıyor..

-Sinirlenme canım dedik.. Çocuk bu kusuruna bakılır mı?.

-Ne olursa olsun, ben bunlara halimi beli etmek istemiyorum. Hatta başka yerde eşyalarım olduğunu torunlarım sağlam yetişsinler diye tahta üstünde yatırdığımı söylüyorum.

kara fatma askerlik İşten bahsediyor.. İş bulamıyorum ki.. Kapıcılık, kolculuk bulsam.. Çöpçülüğü de razıyım. Kızımla torunlarıma bakayım..

-Kaç yaşındasın

-55 yaşındayım. Askere 24 yaşında girdim. Seferberlikte Kars, Kağızman, Bayazıt taraflarında çalıştım. 275 kişilik bir çetenin reisi idim. İstiklal harbinde Garp cephesinin hemen her tarafında bulundum. Bereket alakaya taarruzunda, sonra Düzce de eşkiya ile müsademede, Sivrihisarda bir de Değirmendere de yaralandım. Bunlardan başka ufak tefek çizikler sıyrıklar da var onları saymıyorum. Kızımın parmaklarını da şarapnel kesti. Zavallı şimdi yarı deli vaziyettedir. Yetimleri bana kaldı.

Çalıştığım müddetçe amirlerimin takdirini kazandım. Bütün sefaletimi unutturan beni yaşatan bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!

Kadıncağız ağlamaya başladı:

-Bazan çocukların elinden tutuyor: Şu yetimler aç kalmış ölecekler – diye torunlarım olduğunu sezdirmeden onlar için yardım toplamaya çıkıyorum. Ne yapayım siz söyleyin!

-Şimdi nerede çocuklar?

-Sokaktalar.. Birazdan gelirler, birinin elinde yüz para, ötekisinin avucunda altmış para: Al nine derler.. Açsın.. Vallahi bizde içinden hiçbirşey harcamadık, olduğu gibi sana getirdik. Bşr çay pişiremez misin bunlarla… Ekmek batırıpta beraber yiyelim,,

Ah, ah.. Onlara doğru dürüst birer dilim ekmek bile yediremiyorum…

Matbaaya dönüyorum…Vakit öğle..İnsan acıkınca taze ekmek ne güzel kokuyor… Hay varolun Tophane fırıncıları! Ne pişkin, ne kabarık, ne beyaz, ne mis kokulu ekmekler çıkartıyorsunuz!..Hem de 6 kuruşa ha!..

Eğer günahı büyükse, varsın Kara Fatma çeksin, ona zırnık bile vermeyin isterseniz, fakat ey Türkiye’nin en has ve en lezzetli ekmeğini pişiren iyi kalpli Tophane fırıncıları! Bayatından bir okka somunla iki yavruyu dilenmekten bari siz kurtarınız!